Muhterem Müminler!
İslam dini genelde tüm insanların, özelde ise biz Müslümanların bütün hayat alanlarına temas edip onlara nizam veren ilahî bir sistemdir. Yaşantımızın bütün alanları için bir düzen getirdiğinden dolayı da genel anlamda bizim için bir düşünme, algı, hissediş ve davranış biçimi, yani topyekûn bir hayat tarzıdır. Yüce Rabbimiz Kur’an’da, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de hadîs-i şeriflerinde hayatın getirdikleri karşısında nasıl duruş sergilememiz gerektiğini bizlere öğretmektedir. Kur’an ve Hz. Peygamber’in örnekliğine en çok ihtiyaç duyduğumuz alanlardan birisi de musibetler karşısındaki tavrımızdır.
Değerli Müslümanlar!
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “O kötü fısıltılar ancak şeytandandır, (bu da) iman edenleri üzmek gayesiyledir. Hâlbuki Allah’ın izni olmadıkça o onlara hiçbir şekilde zarar verici değildir. O hâlde müminler Allah’a güvenip dayansınlar.”[1]Burada Rabbimiz herhangi bir üzüntüyle karşılaştığımız zaman kendimizi kaybetmememizi ve korkmamamızı, onun yerine O’na dayanıp güvenmemizi istemektedir. Zira Yüce Mevlamız üzüntü ve her türlü sıkıntımızdan kendisinin en iyi şekilde haberdar olduğunu ve bizi terk etmediğini bildirmektedir. Bu güven şeytanın fısıldamalarına karşı kuvvetlenmemizi sağlayacak ve onlarla amel etmememizi kolaylaştıracaktır. Nitekim yaşadığımız üzüntü ve sıkıntılara karşı Rabbimizin “üzülmeyin” emri hüzünlenmemizin yanlış olduğunu ifade etmez, bu duyguya götüren kerih davranışlardan sakınmamızı emreder.
Aziz Cemaat!
Bu davranışın en mükemmel örneğini Efendimiz (s.a.v.) bizzat göstermiştir. Oğlu İbrâhim henüz bebekken hastalanıp vefat ettiğinde Peygamberimizin kalbi hüzünle dolmuş ve gözlerinden yaş boşanmıştı. “Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah’ın Resulü?” diye sorulunca da, “Bu merhamettir.” buyurarak, “Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi razı etmeyecek söz sarf etmeyiz. Ey İbrâhim! Senin ayrılmandan bizler üzgünüz!”[2] şeklinde sözlerini noktalamıştır. Resûlullah (s.a.v.) burada hüzünlü ve kederli zamanlarımızda aslolanın Allah’a karşı isyankâr olmayıp, Ona güvenmek olduğunu buyurmaktadır. Dolayısıyla bizler üzüntü ve keder zamanlarında Allah’a tastamam şekilde güvenmeli, dayanmalı ve bize her hâlükârda iyilik verdiğine iman etmeliyiz. Zira Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Birinizin başına üzüntü veya keder gelirse, o kişi ‘Allahu Allahu rabbî lâ şerîke leh’ (Allah, Allah benim Rabbim’dir, ona hiçbir şeyi ortak koşmam) desin.”[3]
Kıymetli Kardeşlerim!
O hâlde bizler zor zamanlarımızda tepkisel ya da vurdumduymaz bir tavırla hareket etmemeli, üzüntü ve kederlerimizin de Allah’ın kontrolünde olduğunu bilmeliyiz. Bu, sabrımızın ilk merhalesidir. İkinci merhalesi ise Allah’ı hoşnut edecek eylemlere kararlılıkla devam etmemizdir. Bu şekilde davranmaya gayret ederek üzüntü ve kederlerimizi, sinir ve öfkemizi doğru yönetmeli, dünya ve ahiretimizi ihya edecek şekilde, onlarla baş etmenin yol haritasını izlemeliyiz. Zira Allah, yüce kitabımızda bildirdiği üzere, kuvvetli olmaya gayret ettiğimiz takdirde bizi daha çok sevecek ve destekleyecektir. Çünkü kendini yönetmenin ilahî ve nebevî yollarını bilmek ve onlara uymaya gayret etmek, huzurlu olmak ve huzuru yaymak manasına gelmektedir. Nitekim nefisle cihat en büyük cihattır.
Allah bizi nefsimizle cihatta muvaffak kılsın ve bizi ebedî mutluluğa götürecek huzuru bizlere bahşetsin. Amin!
[1] Mücâdele suresi, 58:10
[2] Buhârî, Cenâiz, 44
[3] İbn Hibbân, H.No: 864